Depresyon Üzerine...

Depresyon üzerine…

Merhaba arkadaşlar,

İçinde bulunduğumuz şu son dönemde; hepimiz evlerimize kapandık. Sosyal ilişkilerin sıfırlandığı, güneşi neredeyse hiç göremediğimiz bir dönemden geçiyoruz. Bu dönemde içinde depresyona eğilim olan kişilerde bu durumun aktif hale geldiğini görüyoruz.

Bir çok insanda keyifsizlik, mutsuzluk, hiçbir şey yapmayı istememek gibi durumlarla , “canım bir şey yapmak istemiyor”, “elim kolum kalkmıyor”, “ bir motivasyon kaynağım yok” gibi ifadelerle çok sık karşılaşır olduk.

Depresyonda önemli iki nokta var arkadaşlar; değersizlik duygusu ve suçluluk hissetme.

Değersizlik duygusu; öncelikle bu yaşam düzleminde doğduğumuz ailede bize hissettirilen bir duygu, bir inanç aslında. Varlığımızla kıymetli olmadığımızı,  bir şeyleri başardığımızda,  bir şeyleri elde ettiğimiz de sevilebildiğimiz mesajının verildiği bir durum. “Başarılı olursam sevilirim, kabul görürüm” duygusunun verildiği ailelerde, değersizlik inancı perçinlenen bir inanç. Değersizlik duygusunu taşıyan kişilerde, oldukları halin eksik olduğu ve sevilmeye, değer görmeye layık olmadığı inancı hâkimdir.

Ancak değersizlik duygusu, suçluluk duygusu gibi sadece bu yaşam düzleminde ailemizde yaşadığımız düzlemde bilinçaltımıza yer eden bir duygu mu? Hayır…

Hep konuşuluyor biliyorsunuz… Atalardan gelen kayıtlarda, genetik aktarımlarda değersizlik kodu varsa, suçluluk hissi kodu varsa bu duygularda tıpkı fiziksel özelliklerimiz gibi bize genetik olarak aktarılıyor.

Burada ilk akla gelen sorular ise, “Nasıl oluyor da üç nesil önce ki bir atamda bulunan değersizlik inancı bana geçiyor?” Ya da “Neden kardeşime değil de bana geçiyor?”. Bunu bir örnekle şöyle açıklamaya çalışayım. Tıpkı radyo sinyalleri gibi… 100.8’ i açıyorum karşıma A Radyosu çıkıyor ve onun verici sinyallerini almaya başlıyorum. 90.3’ ü açıyorum karşıma B Radyosu çıkıyor ve onun verici sinyallerini almaya başlıyorum. Hepimizin bilinçaltında atalarımıza ilgili olan tüm bilgiler kayıtlı. Ancak biz hangi frekansı açarsak orada ki bilgiyi kendi hayatımıza çekiyoruz. Yani ben değersizlik duygusunun frekansını açtığımda hayatıma bu duyguyu ve onu besleyecek olan tüm olay ve kişileri çekmiş oluyorum. Oysa kardeşim ilişkilerde öfke ile ilgili kaydın frekansını açıyor ve o genetik kayıtlardan öfke kodlarını alıyor. Hangi duyguyu aktive edersek de onunla ilgili hayatımızda olaylar ya da travmalar yaşar hale geliyoruz.

Depresyonun altında ki duygulardan biri de suçluluk duygusudur. Kişi yaşadığı her olayda kendini suçlayarak ; “Böyle yapmasaydım şöyle olmayacaktı”, “Şuraya gitmeseydim bu olay meydana gelmeyecekti” gibi düşüncelerle her şeyde kendini suçlu görür. Kendine eziyet eder. Aynı zamanda da karşıdaki insanlara, yani aile ve yakın olduğu insanlara karşıda suçlayıcı bir dille konuşur.

Depresyonda olmazsa olmaz bu iki özelliğin yanı sıra; kişilerin geçmişe takılı yaşadığını da görürüz. Kişi geçmişte kalmıştır. Gelecekten korkar ve içinde olduğu anı yaşayamaz. Kişiyi geçmişe esir eden duygu ve düşünceler onun üzerinde hükümranlık kurmuştur. Geçmişte ki olayların etkisinden kurtulamaz. Bu noktada; sıkışmışlık duygusu ve çaresizlik duyguları da ortaya çıkar. Kişinin “ Ben ne yapabilirim ki? Ben ne yaparsam yapayım hiçbir şey değiştiremiyorum” şekilde bir yaklaşımı da olabilir.

Depresyonda ki kişilerin diğer özelliklerinden biri de; aile içinde çok baskı görmek.

Bu baskı ile neyi kast ediyorum?

Çocuklarımız üzerinde aile baskısının çok yüksek olması, çocuklarımız üzerinde her zaman yaptığımız bir şey diye düşünüyorum. Hepimiz çeşitli alanlarda farkında olarak veya olmayarak, iyi anne-baba olma adı altında bunu yapıyoruz. Nasıl mı? Toplumun kurallarına uysun, saygılı olsun, büyüklerine karşı gelmesin, uyum göstersin, başarılı olsun, mükemmel olsun, düzgün olsun… Böylece hayatı kurtulacak, saygı görecek, kabul görecek gibi düşünüyoruz. Çocuklar üzerinde tüm bu baskılarda bir noktaya kadar çalışıyor. Çünkü baskı kurmaya çalışan kişiler anne ve babaları; hayatta kalabilmelerini sağlayan iki önemli faktör. Fakat bu baskıyı kaldırmaya çalıştıkça yeni baskılar ortaya çıkıyor, büyüyor ve artık sistem iflas ediyor. Sistemin iflas ettiği noktada ise hayatımıza depresyon geliyor. Aslında burada depresyon önemli bir ihtiyacımızı karşılıyor. Bu baskılardan kurtulma, sorumluluklardan kurtulma, başkalarının beklentilerinden kurtulma işine yarıyor. Böylece depresyonda olan kişi diğerlerinin beklentilerini karşılamak zorunda kalmıyor ve üzerinde ki yük nispeten azalıyor. Önemli olan, depresyonda çok uzun süreli kalmamak tabi. Eğer kalıyorsak da buradan nasıl bir çıkış sağlayabiliriz bu önemli.

Depresyon ile ilgili olarak vurgulanması gereken bir diğer hususta; kişinin bir hayalleri ile gerçekte yaşadıkları arasında ki uçurum kişinin içinde çatışma yaşamasına sebep olmasıdır. Olmak istediğimiz bir kişi var. Birde gerçekte olan kişi var. Bu ikisi arasındaki bağlantının, uyumun olmaması da yine içimizde çatışma ortaya çıkarıyor.

Benim kendi hayatımda da tespit ettiğim noktalardan birini şu; hep hayatımızda bir şeyleri istiyoruz, istediğimizi zannediyoruz, bizler asıl istediğiniz şeyin o olduğunu zanneder ve bütün enerjimizi oraya verirken hayat bize bir sürü güzellikler sunuyor. Başka başka yollar sunuyor. Başka iyilikler sunuyor ve daha büyük güzellikler belki de… Ama biz o enerjiyle kendi istediğimiz şeye öyle bir odaklanıyoruz ki istediğimizi zannettiğim şey üzerinde o kadar duruyoruz ki; bize açılan kapıları ve iyilikleri görmüyoruz. Buraya konuya özellikle dikkat etmenizi öneririm. Depresyondan kurtulabilmek için ne yapabiliriz? Tabii ki kişi bunu yaşarken bundan kurtulabilmesi kolay değil. Çünkü enerji yok, enerji bitmiş, kişi tükenmiş hissediyor. Peki, nasıl yapacak? Öncelikle SORULAR sorabilir kendine.

Bu hayatta gerçekten ne istiyorum? Bu hayatta kendimi mutlu edecek neler var? Ben neleri yaparsam mutlu olabilirim? Bunları bir yere yazmanızı isterim mutlaka. Çünkü “yazmak” şifalanma yöntemlerinden biridir.

 “Benim içimde taşıdığım potansiyeller neler?  “Benim beğendiğim en güzel özelliklerim neler ?” “Neleri yaparken mutluluk hissediyorum?” ve “Neleri yaparken yüzüme gülümsemeler geliyor?” Bunları yazalım öncelikle.  

“ Neleri yapmak istiyorum?” Ama “gerçekten bunu ben mi yapmak istiyorum? Yoksa annemin babamın toplumun benden beklentilerini, isteklerim zannederek onun peşinden mi gidiyorum? “ Lütfen bu soruyu da sorun.

 Ve bir adım geriye çıkın! Eğer yapabilirseniz, enerjiniz yeterse; sanki bir film seyrediyormuş gibi hayatınızı seyretmeye başlayın. İşte bu hayatın kahramanı Sezgi Ümit nasıl bir ailede doğdu? Ne yaptı bu ailede? Nasıl bir çocukluk yaşadı? Sonra nerelere geldi?  Şimdi ne yapmak istiyor? Lütfen tek tek film seyreder gibi hayatınıza yukarıdan bakın. Bu soruların cevaplarını da duygularınızı da yazın… Bu hayatta sizi en çok neler üzüyor? Neden motivasyonunuz yok? Acaba sevdiğiniz işimi yapmıyorsunuz? Yaptığınız iş yine size yüklenilen, beklenilen bir iş mi? Bunları tek tek yazın.

Bunları yazdıktan sonra üzerinde düşünecek gücünüz, enerjiniz yine yoksa bile bu hiç önemli değil! Yazın ve bırakın. Soruları sorun ve bırakın… Bunlar bilinçaltınızda işleyecek ve sizin üzerinizde iyileştirmeler yapacak. Ya da cevabını bilmiyor olabilirsiniz; yine sorun ve bırakın…

 O cevaplar sizin önünüze bir şekilde gelecek. Size alan açılacak. Buna fırsat verin…