İlişkilerde Alma-Verme Dengesi-1
İlişkilerde Alma-Verme Dengesi - 1
Yaşam denge üzerine kuruludur ve bu dengelerden en önemlisi alma-verme dengesidir. Hayatın her alanında aldığımızı vermek üzerine kurulu bir misyonla dünyaya geliriz. Ölüm-yaşam döngüsü bir alma-verme dengesidir. Dünyaya geldiğimizde yaşamı emanet alırız ve onu mutlaka geri vermemiz gerekir. Ancak hayatın içinde kimi zaman bu dengeyi şaşarız, özellikle ilişkiler söz konusu olduğunda.
İlişkilerde dengeli alma ve dengeli verme problemi hepimizin çok sık yaşadığı bir problemdir. İlişkilerde dengeyi tutturabilmek yaşam deneyimini dönüştürebilmenin önemli adımlarından biridir. Peki neden alma-verme dengesini hayatımızda kurgulayamıyoruz?
Bu sorunun birden çok cevabı olduğunu bilmemiz gerekiyor. Ancak ilk nedenlerden biri kültürel olarak almanın ayıplanması ve karşılıksız vermenin toplumsal olarak desteklenmesi, bizlerin bunu dinleyerek büyümesi. Tabi ki insanlara, hayvanlara ve doğaya karşılık beklemeden yardım etmek ruhsal olarak kendimizi bütüne ait hissetmemiz açısından oldukça önemli bir nokta. Ancak ilişkilerde daima verici konumda olmak bu kültürel formu yanlış yorumlamamızdan kaynaklanır.
Genellikle biz karşımızdakine o istemeden, talep etmeden vererek onu kontrol altında tutmaya çalışırız. Derinimizde hissettiğimiz şey aslında karşı tarafı kendimize bağımlı hale getirme motivasyonudur. Ancak bu daima ilişkilerde çok verici olan kişinin, alan kişi tarafından genellikle terk edilmesine, yok sayılmasına ya da ciddiye alınmamasına sebep olur. Çünkü biz karşımızdakini kendimize bağımlı hale getirmeye çalışırken onu borçlandırırız ve kişi bu borcun altından kalkamadığı için bizden uzaklaşmayı tercih eder.
Bu durumu kimi zaman eş ilişkisinde, kimi zaman aile üyelerimizde kimi zaman da arkadaşlarımızda yaşarız. Karşılık beklememek misyonu çoğu zaman içinde kibir de barındırır. Almamak ama daima vermek karşı tarafı küçük görmek hissinden gelir. Kibir çoğu zaman hayatımızda fark etmekte en çok zorlandığımız gölgelerimizden biridir. Kendimizi ondan üstün gördüğümüz için talep etmeyiz, çünkü verebilecek kadar yüce bir gönüle sahip olmadığını düşünürüz. Oysa biz yani daima veren taraf, hem çok yüce gönüllüdür hem de ilişkinin sahibidir.
Kısacası her zaman veren taraf olmak kibir ve kontrol duygusu barındırır. Ancak tüm bunların sonu derin bir kurban bilincine çıkar. Çünkü o hep verdiğimiz kişi bize ihanet edip ortadan kaybolduğunda biz kurban durumuna düşeriz. Onun için her şeyi yaptığımızı ama onun bize nankörlük ettiğine inanırız.
Kurban bilincinin alt duygusunda ise sevilme ihtiyacı vardır. Bu yoğun sevilme ihtiyacını gidermek için hem kontrol etmeye çalışırız, hem kibirleniriz hem de kurban durumuna düşeriz. İçimizdeki bütünleşme ihtiyacına karşı koyamayız.
Oysa ki sevilme ihtiyacını tatmin etmenin en temel yolu nedir?
Sevilmek için kontrol etmek mi gerekir?
Kibir duygusunun altında, sevgiyi doğrudan alamayacak kadar değersiz hissediyor olmamız olabilir mi?
Şimdi bu soruları kendimize sorarak aslında ne hissettiğimizi ve neden ilişkilerde dengeli alıp, dengeli veremediğimizi anlayabiliriz. Hatta kendimize şunları sorarak bu alma ve verme dengesindeki hasarın bize nereden aktığını tespit edebiliriz.
İlk kim almayı reddetti?
Değersizlik hissini annemizden mi, babamızdan mı miras aldık?
Sevgisizliği, sevilmemeyi ne zaman öğrendik? Hangi olayda ve kaç yaşında?
Bu soruların cevaplarını bir kenara not edelim ve önümüzdeki 21 gün boyunca şuna niyet edelim;
“Sevgili değersizlik hissim, değersizlikten doğan kibirim, kibirden doğan kontrol etme ihtiyacım seni şimdi gördüm! Tüm bu duyguları görüp şifalandırmaya, yaratıcının izni ve ismiyle dengeli almaya-dengeli vermeye niyet ediyorum.”
Bir sonraki yazımızda ilişkilerde daima alan tarafın neler hissettiğini inceleyeceğiz.